NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
الرَّبِيعُ
بْنُ نَافِعٍ
أَبُو
تَوْبَةَ
حَدَّثَنَا
ابْنُ
الْمُبَارَكِ
عَنْ
أُسَامَةَ
بْنِ زَيْدٍ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
رَافِعٍ
مَوْلَى
أُمِّ
سَلَمَةَ
عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ
قَالَتْ
أَتَى
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
رَجُلَانِ
يَخْتَصِمَانِ
فِي
مَوَارِيثَ
لَهُمَا لَمْ
تَكُنْ لَهُمَا
بَيِّنَةٌ
إِلَّا
دَعْوَاهُمَا
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَذَكَرَ
مِثْلَهُ
فَبَكَى
الرَّجُلَانِ
وَقَالَ
كُلُّ
وَاحِدٍ
مِنْهُمَا حَقِّي
لَكَ فَقَالَ
لَهُمَا
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَمَّا إِذْ
فَعَلْتُمَا
مَا
فَعَلْتُمَا
فَاقْتَسِمَا
وَتَوَخَّيَا
الْحَقَّ
ثُمَّ
اسْتَهَمَا
ثُمَّ تَحَالَّا
Ümmü Seleme (r.anhe)'den
şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Kendijerim ait bir miras
hususunda ihtilâfa düşen iki kişi Rasûlullah (s.a.v.)'e geldiler. (Davalarını
isbata yarayacak) bir belgeleri yoktu, sadece (kendilerine göre) bir iddiaları
vardı. (Bunun üzerine) Nebi (s.a.v.) (onlara bir önceki 3583. hadisin) benzeri
sözler söyledi. (Bu) iki adam (Hz. Nebi'in konuşmasını dinleyince) ağla(maya
başla)dılar. Her biri (diğerine):
"Benim hakkım senin
olsun" dedi. Hz. Nebi (s.a.v.) de;
"(Şu) davranışı
gösterdiğinize göre; malınızı kendi aranızda bölüşme yoluna gidiniz. Bunu
yaparken önce (malı) iki eşit parçaya bölünüz, sonra (aranızda) kur'a çekiniz
(sonunda birbirinizle) helâlleşiniz" buyurdu.
İzah:
Bu hadis; sulhun
belirli bir netice üzerinde yapılabileceğini, kesin bir netice belirtmeyen
kapalı veya meçhul sözler üzerinde bir anlaşma yapmanın caiz olmayacağını ifade
etmektedir.
İşte bunun içindir ki
Hz. Nebi, miras taksimi için kendisine müracaat eden kişilere; önce herkesin
hakkına razı olup sadece kendi hakkını almaya niyet etmesini, bu maksatla malı
iki eşit parçaya bölüp bu parçaların hangisinin kime düşeceğini kur'a usulüyle
belirlemelerini, bu şekilde herkesin payı kendi eline geçtikten sonra da
birbirleriyle helâlleşmelerini emretmiştir.
Aliyyü'l-Kârî'nin açıklamasına
göre; Hz. Nebi'in sözü geçen kimselere mirası aralarında kendi açıkladığı
şekilde adaletli bir şekilde bölüşmelerinden sonra birbirleriyle
helâlleşmelerini de emretmesi verâ ve takva yö-nündendir. Aslında vârislerin
eline geçen malın helâl olması için malın vârisler arasında yukarda
açıklandığı şekilde bölüştürülmüş olması yeterlidir. Fakat harama düşme
korkusuyla şüpheli şeyleri de terketmek anlamına gelen verâ ve takva [Bk.
Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali, 676.] yönünden helâlleşme
daha ihtiyatlı bir harekettir.
İmam Ebû Hanîfe'ye göre
bu hadis-i şerif Çarlığı kesin olarak bilinmeyen bir hukuk üzerinde, ihtiyat
kabilinden anlaşıp sulh yapmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Hz. Nebi'in
sözü geçen kimselere mal taksiminden sonra helâlleşmelerini tavsiye etmesi bu
manadadır.